Hz. Ali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hz. Ali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Abdullah Bin Sebe

ABDULLAH BİN SEBE, İbnüssevda, İbni Hasb, İbni Vehb de denir, Şiiliğin kurucusu olduğu söylenen yahudi kökenli din adamı (Yemen ?-?). Halife Osman döneminde müslüman oldu. Halk arasında Osman'a karşı beliren hoşnutsuzluktan yararlandı. Aşırı bir Ali yanlısı olarak onu tanrılaştırdı. Ali’nin ölmediğini, günün birinde yeryüzüne döneceğini ileri sürdü. Eldeki bilgiler kişiliği ve düşüncelerine açıklık getirecek düzeyde değildir. Öne sürdüğü tüm görüşlerin kendisine ait olup olmadığı belirlenememiştir, inançlarını sürdüren aşırı şiilere (gulat) sebeiye, sebaiye ya da bunların bozulmuş şekli olan sebebiye ve sebayiye adı verildi.

Abdullah Bin Meymun El-Kaddah

ABDULLAH BİN MEYMUN EL-KADDAH, karmati-ismaili inancının kurucusu ve Fatımi hanedanının atası olduğu öne sürülen kişi (Vlll.yy.'tn ikinci yarısı). Göz doktoru (kaddah) olduğu sanılan babası, on iki imamın beşincisi Muhammet el-Bâkır; kendisiyse, altıncı imam Cafer-es Sadık'ın arkadaşı olarak bilinir. Her ikisi de halife Ali’yi tanrılaştırır. Türlü din ve mezhepleri inceleyen Abdullah, kendine özgü bir inanç sistemi ortaya koydu. Aşırı şii (gulat) kollarından karmati ve ismaili fırkalarının ve Fatımi hanedanının kurulmasında etkili oldu. Ayrıca batınilik akımının doğmasında da önemli rolü olduğu söylenir.

Abdullah Bin Abbas

ABDULLAH BİN ABBAS, arap fıkıh bilgini ve ilk müfessir (Mekke 619-Taif 688). Hz. Muhammet'in amcasının oğlu. Peygamber, seferleri ve soyağacı (ensab) ile Kuran tefsirinde yararlandığı eski arap şiiri hakkında bilgi topladı. Bu alanlardaki geniş bilgisi nedeniyle, Hibr ül-ümmet (ümmetin bilgini) sanıyla anıldı. Kendisine atfedilen Kuran tefsiri ve fıkıhla ilgili fetvaları günümüze kadar gelmiştir.
     İslam ordularının Mısır ve İran seferlerine katıldı. Halife Osman döneminde Hac emirliğine, Ali döneminde de Basra valiliğine atandı. Halife Ali'nin yanında, Cemel vakası ve Sıffin savaşı'na katıldı. Halife Ali ile arası açılınca Mekke'ye döndü (658). Bir süre sonra, Basra'ya gitti. Devlet hazinesine ait parayı kendi hesabına Basra'dan Mekke’ye getirmesi dolayısıyla eleştirilere uğradı. Muaviye'nin halifeliğini kabul etti. Yezit’in İstanbul seferine katıldı (669). Sonra Hicaz’a döndü, Abdullah bin Zübeyr'in halifelik iddiasına karşı çıktı. Bu yüzden bir ara hapsedildiyse de kurtulup Taif’e gitti ve orada öldü.

Abdal

ABDAL, 1. Gezgin dervişlere eskiden verilen ad: Abdal tekkede, hacı Mekke'de (atasözü). -2. Davul ya da zurna çalarak herkesi eğlendirmeyi sanat edinmiş çingene: Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz (atasözü). —3. Üstü başı perişan, kılıksız, dilenci: Abdala "kar yağıyor" demişler, Titremeye hazırım" demiş (atasözü).
     — Edebiyat. Kimi derviş şairlerin adlarının başına ya da sonuna getirilerek mahlas olarak kullanılır: Abdal Musa, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Genç Abdal vb.
     — Tarih. Rum abdalları, Osmanlı devletinin kuruluşu sırasında Anadolu ve Rumeli’de islam dininin yayılması için çalışan dervişlere verilen ad.
     — Tasavvuf. Dünyanın manevi düzenine yön vermeleri için Tanrı’nın görevlendirdiğine inanılan kişiler.
     — Tarih. Başlangıçta siyasal ve toplumsal nitelikli Babai ayaklanmasının temeli olan görüşler, Anadolu ve Rumeli’de, Rum abdalları (Abdalan-ı Rum) tarafından yayıldı ve sürdürüldü. Bu terim Yesevi, Kalenderi, Hayderi gibi tarikat mensuplarını, Baba Resul isyanına katılan türkmen babalarını kendi bünyesinde eriten Babai geleneğine bağlı dervişleri kapsar. Rum abdallannın en ünlüleri, Geyikli Baba, Abdal Musa,Kumral Abdal, Abdal Murat vb’dir. İlk Osmanlı padişahları onlara birçok ayrıcalık tanımış, ancak hareketlerini de yakından izlemişlerdi. Rum abdalları arasında şiilik düşüncesi ve inancı da yerleşti (XIV.yy.). Hacı Bektaş müritlerini belirtmek için Hacı Bektaş velayet-namesinde “abdal” terimi kullanılmıştır. Şair Vahidi’ye göre (XVI.yy.) Rum abdalları sırtlarında tennure, yalınayak, başı açık gezerlerdi. Bellerinde yün örgü kuşak, omuzlarında Ebu Müslim nacağı, ellerinde Baba Şüca çomağı taşırlardı. Tef ve kudüm çalarlardı. Nergisi, abdalların “dört vuruş" anlamına gelen "çardarb" (saç, sakal, kaş, bıyıklarını tıraş etme) uygulamasını sürdüren aleviler olduklarını ve Hacı Bektaş’ı pir tanıdıklarını anlatmıştır. Kendilerine Seyit Gazi Yetimleri adını veren abdallar, her yıl muharrem ayında, merkezleri olan Seyitgazi ilçesindeki Seyit Battal Gazi tekkesinde toplanırlar, eski türk şamanları gibi ateş çevresinde döner, çalgı çalarlardı XV. yy.’dan başlayarak abdal tekkeleri, topluluk ve gelenekleri bektaşilik içinde erimiştir.
     —Tasavuf. Tasavvuf inancına göre Tanrı, halkın tanımadığı bazı sevgili kullarını görevlendirmiştir. Bu görevlendirilmiş ermişlere * Ricâl ül-gayb denir. Abdallar yedi ya da kırk kişidir. Abdallarla ilgili hadislere medreseli bilginler karşı çıkarken, mutasavvıflar bunları savunmuştur. Hz. Ali’ den kaynaklandığı ileri sürülen bir hadise göre abdalların kırkı da Şam’da bulunmaktadır. Kimi mutasavvıflar (İbn Arabi) abdal sayısını yedi olarak kabul etmekte, bunların her birinin bir iklimde (bölge) görevlendirildiklerini söylemektedirler. İslam ve Türk ülkelerindeki halk söylentilerinde geçen yedi abdal, yedi yıldızdaki tanrısal gizi belirler. Tasavvufa göre abdalın özellikleri az konuşmak, az yemek, halktan ayrı yaşamaktır. Görevleri insanlara yardım etmek, yağmur yağdırmak, İslama savaş kazandırmak, afetleri önlemektir. Abdal ile ilgili hadislerde, onların bu aşamaya namaz ve oruçla değil, iyilik ve cömertlikle ulaştıkları belirtilir. Birbirlerinin yerine geçtikleri, diledikleri an, kendi yerlerine birini bedel bırakarak istediklere yere gidebildikleri söylenir.
     Abdal sözcüğü XII. ve XIV yy.’da “abid, zahit, veli, sofu, derviş” anlamlarında kullanılmıştır. Kalenderi dervişleri arasında cezbe halinde bulunan meczublara da serseri derviş anlamında abdal denilmiştir. Abdal, arapça "mecnun, meczub, divane”, türkçe “tilbe" (deli) sözcükleriyle eşanlamlı olarak kullanılmıştır. Sonraki yüzyıllarda türkçede “ahmak, şaşkın” anlamında kullanılması da bunun sonucudur. Osmanlı kaynaklarında XV.yy.’dan başlayarak abdal, “ışık, torlak, hayderi, kalenderi” terimleri birbirinin yerine kullanılmış, bu da tarih araştırmalarında karışıklıklara yol açmıştır.